21 Nisan 2014 Pazartesi

Fikrimin İnce Gülü


       Annem, her işte bir hayır vardır, derdi hep bize. Ne kadar şanslı olduğumuzun farkında olmamızı defalarca bıkmadan anlatıp dururdu. Dün gece yine uykusuz geçirmişti zavallı anneciğim. Beş sene önce anneannemin bakımını üstlenmişti bu yorgun beden. Nefes alıp veren, yemek yiyen ve uyuyan, altından bebek gibi bezlenen bir makineye dönüşmüştü. Oysa annemin duyguları, yalnızlığı, aile içindeki olayları paylaşma isteği kimsenin umurunda değildi. Anneannemin öleceği filan da yoktu, eski hisarlar gibidir.

   Aslında onun da kırık bir hayat öyküsü vardı. Genç yaşta dul kalmış dört çocuk annesi. Hiç evlenmemiş büyük oğlunu karaciğer hastalığından elli altı yaşında kaybetmiş, küçük oğlunu da elindeki son parayla evini satarak evlendirmiş lakin geçinemeyip boşanmış. Ailenin iki kızı var iken, annem kız kardeşini, sokakta oynarken bir çocuğun kafasına taş isabet etmesi sonucu kaybetmiş. Sonradan otopsi sonucu anlaşılmış; teyzemin beyninde tümör olduğu.

      Yıllar böyle akıp giderken teyze çocuğu babam babalığından kaçarak, çıkagelmiş bunların yanına sığınmış. Gönül ya işte, aşk o andan itibaren filizlenmeye başlamış .İki genç gönül verip evlenmeye kara vermişler. O zamanın koşulları, geçim derdi bunları Almanya gibi bir devlette işçi olarak gitmelerine sebep olmuş. Annemle babam hayatlarını düzene sokmaya çalışırken gurbet elinde, anneannem de oğlu ile birlikte kirada oturmuş. İki günde bir kapısını çalan manav, bakkal gibi aşina yüzler ziyaretlerine gelip yardımlarını esirgememişler. Bir dönme dolap gibidir kader çizgisi ailemde, bir iner, bir çıkar hep aynı yerde durur...

     Bu gece bayramın son günüydü ve ben ailemle ziyaretlerine gittim. Diğer kardeşlerim de bir önceki günlerde görevlerini yerine getirmişler. Hayat ne garip tam tamına kırk yirmi altı sene önce Almanya'dan kesin dönüş yapıp, başlarını sokacak bir ev satın almışlar. Düşünüyorum da evleri olmasaymış kimin yanına sığınıp kalabilirlerdi...

     Önümdeki resim dosya yığınına ürpererek bakarken, annem kapıyı tıklatıp başını uzattı içeri. ''Bak kızım, '' sesinin titremesini gizlemeye çalışırken, ''Vaktinizden ve kendinizden başka her şeyi vermeye hazırsınız, bir anlık zaman, bir yudum ilgi nedense çok zor kopuyor dağarcığınızdan !''Annem, aklında, yüreğinde ne varsa anlatıyordu bu gece gözleri buğulu, bense suskundum, çünkü biliyordum o haklıydı yine. Düşüncelerimi bile okuyamaz olmuştum. Anneme her defasında sadece ,''Yaşlanınca karı kısmı huysuzlaşır aldırma, kaç günlük ömrü kalmış'', derdim. Oysa neyi neleri geçirirdim aklımdan, onu rahatlatmak adına. Ama gel gelelim boğazıma gelip düğümlenirdi cümleler her defasında ve be hep aynı nakaratı tuttururdum sakız çiğner gibi, suskunluğu.

     Bayramdan bayrama mecburi ziyaretler, bu beni kahrediyordu işte. Ne biçim insandım ben, derdi çileyi zamanında çok çekmişim, artık dur demek mi bunun başka izahıydı?

     Ne olur, diyordum içimden, bir gün kardeşlerle buluştuğumuzda hep birlikte şu annemizin derdine bir çare bulabilsek. Biz zaman içinde derin uçurumlar gibi, kapanması imkânsız bir boşluğa mı girmiştik aramızda. O başka bir dünyanın, bizse başka bir yere aittik sanki. Bu yüzden mi ki, her annemin evine gidişimde dualar ile birlikte Yasinler okurdum anneannemin odasında.  Bitki kökleri gibi damarlı, zarif elleriyle dokunurdu bir süre içinden bir şeyler mırıldanırdı. Anlatıp dururdu, yarısı hayal ürünü, yarısı gerçek tozlu öykülerini. İçime baygınlık veren anılar ve kendine özgü değerlerdi. Acaba kızından intikam mı alıyordu! diye de düşünürdüm.

      Bir gece orada kalmaya annemin çektiklerini kendi gözlerimle görmeye karar verdim. Annesi saat ikiye doğru inlemeye, üçten sonra da bağırmaya başlamıştı yan odada. Annem ve babam odalarında biliyorum ki uyumuyorlardı. Eşimse çocukların yanına uzanmış hareketsiz tavana dayamıştı gözlerini huzursuz ,''Beterinde beteri var, üzülme hadi git bak bakalım valide ne istiyor', deyince kalktım apar topar odasına gittim, eğilip elini öptüm ve yanağıma dayadım yanağımı. ''Büyük anne bak ben geldim, kara böceğin.'' Beni göremediğine emindim sadece sesimden tanırdı beni .''Hoş geldin torunum'' ,sonra yaklaşmamı işaret etti bana. ''Onlar beni anlamazlar'', dedi. Bakışları, ifadesi, duyguları değil de salt sesi ulaşıyordu bana. Direnci tükenince, Allah’la hesaplaşmaya başlıyordu avaz avaz. Bir yandan çekiniyordu da babamdan ...''Ben yokum onlar için, Allah canımı alsın da bak dert oldum şu kıza''. Konuşsam bile anlamayacağını bildiğimden yine de bir şey mırıldanır gibi oldum ve sarıldım ellerine usulca.
    
      Bir saate yakın dayandım yaşlı kadına. Sonunda tükenmiş uyuya kalmışım odasında. Sabah annem altını değiştirmeye geldiğinde, beni uyur anneannemin yanında gördü. ''Önce kulağında, sonra yüreğinde duyuyorsun kızım, derken tüm hücrelerinde algılamaya başlıyorsun bu dayanılmaz acının sesli göstergesini.'' Sonrada kalkıp mutfağa geçti, sabah kahvaltısını hazırlamak için torunlarına.
     
      Mutfağa gelsene kızım, gel birlikte birer kahve içelim kimse uyanmadan ,dedi. O an ne kadar iyi bir annem olduğunu içimden tekrar edip kalktım yerimden, gittim boynuna sarılırken, ''Bu kadar sessizlikte sensiz bırakma beni annem !''diyebildim sadece.

    Boş yere dememiş peygamber efendimiz cennet annelerin ayakları altındadır diye. Hiç bir sevgi anne sevgisinden büyük değildir bana göre. Hadi bir iyilik yapıp şimdi annelerinizin elini öpün. Onların yüzlerindeki sevinci görmek inanın bir ömre bedeldir. 

İlknur Yıldırım 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder